Biliyorsun, tüm bilmediklerimi bildiğini…
Bilmiyorsun, tüm bilmediklerini benim bildiğimi…
Sana biraz zaman veriyorum. Bir gece, bir sabah, bir bardak çay, bir şiir ve en sevdiğin şarkıyı. Bunu mütemadiyen tekrar ediyorum. Hadi kalk… Hadi kalk… Hadi kalk sesleri duyuyorum iç sesimden… Sızar gibi uyuyuşumun ardından perdeyi hızlıca açıyorsun. Gözlerimin perdesi de iniyor o an. Tek gördüğüm şey gün ışığı değil, hayır. Yüzün bir takvim yaprağı gibi düşüyor günüme. Havada yanmış ekmek kokusu ve boğazımda bir küf tadıyla yalınayak yürüyorum günün içinde. Gün de bizim içimizde yürüyor… Bugün yine kırk yıl kitleyeceğim sana diye gülümsüyorum içimden. Seninle içilen kahvenin telvesi de bir b/aşka. Acı olan saatlerin acele edişi…
Günleri doğruyoruz keskin bir bıçakla. Bak bunu da öğrendik. Dersimiz ”Birbirimizle geçen zamanın kıymetini bilmek” Öğretmenimiz hayat. Ne öğrendik dersen… Hiç. Zarifoğlu diyor ki ”İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi” Ben sana hoşçakal dediğim gün, bir daha gelmem…
Sevgilim seninleyken hep bir şeylere beş var sanki. Son otobüs yaklaşıyor. Son tren saati geçiyor. Son uçak kalkmak üzere. Filmin son beş dakikası. Son yudumu içiyorum. Son beş da ki ka.
Sana son beş dakikamız kalmış desem ne yapardın? Bir şeyleri bilmemenin rahatlığını yaşıyoruz… Ben hep o dakikaların içinde yürüyorum, hâlâ yalınayak. Ayakkabılarımı kalbinin kapısında çıkarmıştım. Bir zahmet alır mısın içeri?
Duvarlarını yık. Camı aç. Perdeyi arala.
Hadi kalk
Hadi kalk
Hadi kaaaalllkkkk.